Antik Yunan Serisi – 1. Bölüm: Sokrates-Sorgulayanın Sonu



Onu kimse anlamadı.
Belki kendisi de çoğu zaman ne yaptığını tam bilmiyordu.
Ama susmadı.
Çünkü bazı insanlar düşünmeden duramaz.
Sokrates de onlardan biriydi.

Atina sokaklarında dolaşır, insanlara sorular sorardı.
"İyi nedir?",
"Adalet nedir?",
"Bilmek ne demektir?"

Ama bu sorular, düşündürmek için değildi sadece.
İnşa etmek için de değil.
Yıkmak içindi.
Önce yalanı, sonra alışılmışı, sonra konforu...


Sokrates öğretmen değildi.
Ders anlatmazdı.
Cevap vermezdi.
Yol göstermezdi.
Ama sorduğu sorularla,
insanı kendi zihnine kapatırdı.
Ve orada, herkes kendi cehennemini bulurdu.

Ona göre gerçek bilgi,
bildiğini sandığını unutmaktan başlardı.
En büyük cehalet,
"ben biliyorum" diyendi.

Bu yüzden kendine "bilmiyorum" diyen bir bilgeydi.
Ve asıl bilgeliği buydu:
Bilmediğini bilmek.


Ama insanlar cevapsızlığa tahammül edemez.
Hele ki huzursuz bir soruya.
Sokrates’in soruları,
Atina’nın düzenini tehdit etmeye başlamıştı.
Gençler onun peşinden gidiyordu.
Alışılmış olan çatlıyordu.
Ve her toplumun bir refleksi vardır:
Sorgulayanı susturmak.

Mahkeme kuruldu.
Sokrates suçlandı:
Tanrılara inanmadığı, gençleri yoldan çıkardığı, düzene zarar verdiği iddia edildi.

Ama onun asıl suçu,
insanlara ayna tutmasıydı.
Ve o aynaya bakan herkes,
kendi çirkinliğini görüyordu.


Mahkemede savunma yapmadı.
Af dilemedi.
Yalvarmadı.
Çünkü Sokrates’e göre,
korkuyla gelen kurtuluş,
ölümden daha aşağılayıcıydı.

Zehir bardağı uzatıldığında
titremedi.
Çünkü bedeni ölebilirdi,
ama düşünce zaten geri dönülmez bir yere ulaşmıştı.
Artık o düşünceyi öldüremezlerdi.

Sokrates öldü.
Ama felsefe doğdu.


Bugün bile felsefeye başladığını söyleyen biri,
aslında farkında olmadan
Sokrates’in sorduğu ilk sorunun yankısını duymaya başlar.

Çünkü her şey hâlâ onunla başlar:
Bir soruyla.
Bir rahatsızlıkla.
Bir iç çatışmayla.

Sokrates, bilgiye değil, boşluğa inandı.
Ama o boşluk,
yeni bir dünyanın temeliydi.

Yorumlar

Popüler Yayınlar