Antik Yunan Serisi – 2. Bölüm: Platon-Gölgelerden Kaçış
Sokrates susturuldu.
Ama sesi, bir öğrencinin zihninde yankılanmaya devam etti.
Platon.
O, hocasının ölümüyle sarsılmadı sadece.
Bir düşüncenin yok edilmek istenmesinin ne anlama geldiğini gördü.
Ve karar verdi:
Sokrates’in sorularını öldüremeyeceklerse,
onları sonsuza kadar yaşatacak bir dünya kuracaktı.
Platon, felsefeyi bir bedenden çıkardı.
Onu, zamansız bir yere taşıdı:
İdealar dünyasına.
Çünkü ona göre gerçeklik burada değildi.
Bu masa, bu taş, bu beden...
Hepsi geçiciydi.
Asıl olan, değişmeyendi.
Kalıcı olandı.
Yani fikir.
Adalet nedir?
İyilik neye benzer?
Güzellik nasıl tanınır?
Bunların cevabı sokakta değil, oy sandığında değil,
insanın içindeki o başka yerdeydi.
Ve bu düşünceyle bir okul kurdu: Akademia.
Kapısında şu yazıyordu:
“Geometri bilmeyen giremez.”
Çünkü şekil bir başlangıçtı.
Zihin, önce biçimi anlamalıydı ki, sonra anlamı düşünebilsin.
Ama Platon en çok bir hikâyeyle hatırlanır:
Mağara benzetmesi.
İnsanlar bir mağarada zincirlenmiş gibidir.
Sırtları ışığa dönüktür.
Sadece duvara yansıyan gölgeleri görürler.
Ve bu gölgeleri gerçek sanarlar.
Bir gün biri zincirini kırar.
Dışarı çıkar.
Önce gözleri kamaşır.
Işığa dayanamaz.
Ama sonra, asıl gerçekliği görür:
Güneşi.
Ve döner…
Diğerlerine anlatmak için.
Ama kimse inanmaz ona.
Çünkü gölgeler daha tanıdık, daha konforludur.
Platon’a göre filozof, işte o zinciri kıran kişidir.
Gerçeği gören.
Ama onu anlatmaya çalıştığında,
delilikle suçlanan kişi.
Platon bir sistem kurmak istedi.
Düşünceyi devlete, ahlâka, sanata yaymak istedi.
Çünkü o, sadece sorularla değil,
bir cevap arzusuyla da yanıyordu.
Belki de Sokrates’in ölümünden sonra,
hiçbir filozof, sadece soru sormaya cesaret edemedi.
Platon bir devletti.
Düşüncede bir şehir kurdu.
Ve o şehri, adaletle yönetecek krallar hayal etti:
Filozof krallar.
Bugün hâlâ adaleti konuşurken,
bir sistemden, bir eşitlikten, bir ideadan söz ederiz.
Ve bunun temelinde,
Platon’un mağarasından yükselen o ışık vardır.
O hâlde felsefe hâlâ mağaradadır.
Ve biz, zincirimizi fark etmeden
gölgeleri izlemeye devam ederiz.
Ama bir gün,
bir fikir çıkar karşımıza.
Sorgulatır her şeyi.
Ve o fikir, zinciri gevşetmeye başlar.
İşte felsefe tam orada başlar:
Gözlerin kamaştığı yerde.
Tanıdık olanın sarsıldığı yerde.
Ve gerçekliğin aslında bir yanılsama olduğunu fark ettiğinde.
Platon’a göre felsefe,
bir şeyi öğrenmek değil,
hatırlamaktır.
Ve her hatırlayış,
bir uyanıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder