Antik Yunan Serisi – 7. Bölüm: Şüpheciler-Emin Olmamayı Öğrenmek
Bazen, bir sohbetin tam ortasında, kelimeler sana yabancı gelir.
Karşındaki insan hâlâ konuşuyordur, dudakları kıpırdar, ama sanki sesler anlamını yitirir.
Bir an, etrafındaki her şeyin inceldiğini, neredeyse parçalanacak kadar kırılganlaştığını hissedersin.
O an aklına şu soru gelir:
“Peki ya bütün bunlar, baştan beri yanlışsa?”
MÖ 4. yüzyılda, Epiküros’un bahçesinde huzur arayanlar,
Stoacıların kaderle barışan disiplininde teselli bulanlar vardı.
Ama bazıları, ne huzura ne de kadere bağlanmak istiyordu.
Onlar için asıl mesele şuydu:
“Ya bunların hiçbiri doğru değilse?”
Bu sorunun peşine düşenlerden biri Pyrrhon’du.
Hayatı savaşla, yolculukla, gürültüyle geçti.
Büyük İskender’le birlikte Doğu’nun uçlarına kadar gitti.
Hintli bilgelere kulak verdi.
Döndüğünde, ne altın ne şöhret getirdi…
Sadece bir fikir:
Hiçbir şey kesin değildir.
Ona göre, bir iddia ne kadar güçlü görünse de
her zaman ona denk bir karşı iddia vardır.
Her “doğru”nun karşısında başka bir “doğru” durur.
Ve bu kısır döngüden tek çıkış yolu,
yargıyı askıya almaktır.
Yargısızlık — epoché — düşüncenin boşluğa bırakılmasıydı.
Bu boşluk, karanlık değildi.
Aksine, ruhu hafifleten bir ışık gibiydi.
Onlar buna ataraxia, yani sarsılmaz huzur derdi.
Akademik şüpheciler bu fikri geliştirdi.
Karneades, Roma’da iki gün üst üste konuşma yaptı:
İlk gün adaletin insanlığın en yüce değeri olduğunu anlattı.
Ertesi gün aynı kürsüden, adaletin sadece güçlülerin oyunu olduğunu söyledi.
Dinleyenler öfkelendi, kafalar karıştı.
Ama Karneades gülümsedi:
“Bir fikri savunabiliyorsan, karşısındakini de savunabilmelisin.”
Şüpheciler, inançsız oldukları için değil,
kesinliğin ağırlığından kaçtıkları için bu yolu seçtiler.
Biliyorlardı ki,
insan en çok emin olduğu fikrin zincirini taşır.
Belki de bu yüzden,
Pyrrhon’un öğüdü hâlâ kulağa radikal gelir:
“Bilmiyorum” de.
Ve bak, nasıl hafifliyorsun.”
Yorumlar
Yorum Gönder